Burdur – İkinci Bölüm

İkinci bölüm

Sabaha kadar yağ sobasının başında sandalyede oturdum, dışarıda zehir gibi bir kuru soğuk. Arada bir kapıdan kafamı çıkarıp motorun sesini dinliyorum, maşallah tıkır tıkır çalışıyor.

Neyse sabah oldu. Çıraklar, kalfalar ve usta geldi. Ben tekmili verdim: “Usta sabah kadar çalıştı sorun yok eline sağlık tıkır tıkır.” Usta sobanın başına toplanmış kalfalara seslendi: “Kamyonu stop edin!”

Usta ardından “yağı ve yağ filtresini değiştirelim” dedi. Kalfalar hemen motorun üzerine üşüştüler. Bu arada ben İstanbul’dan patronun göndereceği şoförü bekliyorum.

Şoför dokuza doğru geldi, kendisini şahsen tanıyorum. Altmış yaş üzeri bir dolmuş şoförü. Bağlarbaşı-Kadıköy dolmuşlarında çalıştığını biliyorum. Mahallemizde oturuyor. Selamlaştık. “Abi sen kamyon kullanabiliyor musun” diye sordum.

“Kullanırım tabii. Askerde kullanmıştım!”

İçime bir kurt düştü, “eyvah işimiz var” dedim.

“Sana emanet var onu vereyim patron gönderdi” dedi. Patronun gönderdiği kapalı zarfı uzattı.

İçinde para var biliyorum. Tamirciye, çekici kamyona ödenecek para. Ayrıca, İstanbul’a kadar yetecek mazot ve harcırah parası.

Şoför abimiz “ben şöyle bir dolaşayım bir çorba içeyim geleyim” dedi.

“Bir saate kadar hazır oluruz” dedim.

Mustafa Usta’yla hesaba oturduk. Parçacıdan ufak tefek parca alınmış, hesapladı. Parayı ödedim, helalleştik.

Bir saat geçti, iki saat geçti… Şoför ortada yok!

Çarşıya aramaya çıktım. Burdur o zamanlar küçük bir yer. Bir ucundan giriyorsun öbür ucundan çıkıyorsun. Şehirler arası yol şehir merkezinden geçiyor. Kahveler, lokantalar, garaj, istasyon, sanayi, hastane hepsi bu cadde üzerinde ama adam ortada yok. “Allah, Allah başına bir kaza bela gelmesin” diyerek yolda esnafa, karşılaştığım kişilere soruyorum… Tanıyan eden yok.

Aklıma hastane geldi. Adam rahatsızlanmış olabilir. Hastaneye gittim. Adını biliyorum, Asım, soyadını bilmiyorum. Acil servise gittim, çok kalabalık, bulamadım.

“Hasta kabule git” dediler, gittim.

“Asım isminde bir hasta geldi mi iki saat içinde?”

Memur baktı, “İki saat içinde hasta kabul etmedik hiç yatış olmadı” dedi.

Endişem daha da büyüdü.

Tamirhaneye geri geldim, Mustafa Usta’ya durumu anlattım. “Aklına kötü şey getirme bir yere takılmıştır, biraz bekleyelim gelmezse karakola gideriz” dedi. Bir saat daha bekledik, Usta “ben de endişelendim karakola gidelim birlikte” dedi.

Karakolda ustayı her memur tanıyor, durumu izah etti. Memur “bize bu sabah kimse gelmedi, olay da intikal etmedi bir de merkeze soralım” dedi. Telefonla bir yeri aradı, eşgâl bilgisini verdi. Ümitsizce yüzüme bakarak “Merkeze de bir hadise bildirilmemiş” dedi.

O sırada söze karışmayan, bizi izleyen yaşlıca bir polis memuru, “aradığınız bu adam İstanbul’a geri dönmüş olmasın” dedi. Bir anda bu ihtimâl aklıma geldi. İlk gelişindeki hâli, tedirginliği gözümün önünden geçti.

“Olabilir bir tedirginliği vardı, yol gözünü korkutmuş olabilir” dedim.

Garaja geldik, Antalya Seyahat firmasının yazıhanesine girdik. Mustafa Usta “İstanbul’a giden otobüse altmış yaşlarında paltolu bir kişi bindi mi” diye sordu.

“Evet abi on otobüsü kalkmak üzereydi geldi, bilet aldı, bindi” dedi.

Bir yandan sevindim, bir yandan da kızdım. Yahu İstanbul’dan buraya kadar neden geliyorsun madem bu işi yapmayacaksın beceremeyeceksin! Neyse ki parayı verdi de gitti diye sevindim.

Şimdi kaldık mı Burdur’un soğunda tek başımıza!

Kamyonu Finike’ye nasıl götüreceğim, buradan şöför nasıl bulacağım? İstanbul’a nasıl haber vereceğim? İstanbul’a patrona nasıl söyleyeceğim, “Adama bir şey mi dedin” diyecekler diye açıkçası endişeliyim.

Kamyonu Finike’ye, oradan İstanbul’a kadar götürecek bir şoför bulmamız lazım.

Zor…

“Burada bildiğim kadarıyla kamyon şoförü bulmak zor. Kamyonculuk yapanların tamamı kendi kamyonunda çalışıyor. Şoförler kahvesine soralım” dedi usta.

Önce kahveye gittik, kimseden olumlu bir cevap gelmedi. “Yok kardeşim burada şoför bulamazsın. Burada kim otomobilcilik kamyonculuk yapıyorsa kendi arabası var. Sana emekli, keyfî çalışan biri lazım. Bu iş parayla da yapılmaz, bizim istediğimizi de sen veremezsin. Versen de bu kış gününde bu iş yapılmaz” dediler.

Ümitsizce kahveden çıktık. Bu arada hava biraz kırıldı, kar atıştırmaya başladı.

Son ümit Şoförler ve Otomobilciler Derneği.

Derneğe girdik birkaç kişi oturuyor. İçerisi sıcacık çay söylediler maruzatımızı anlattık.

Başkan “Mustafa Usta senin istediğin vasıfta boşta bir şoför benim bildiğim Burdur’da yok. Yalnız çok sevdiğimiz Burdurlu eski kamyoncu tecrübeli bir abimiz var. Altmış beş yaşında, kendini kamyonculuktan emekli etmiş. Kamyonunu sattı, epeydir de çalışmıyor. İstanbul Ümraniye’de bir kızı var. Arada İstanbul’a kızının yanına gidip geliyor. Kendisine bir haber gönderelim, iyi bir insandır hatır için belki bu işinizi yapar. Hatta para için bile yapmaz” dedi. İçimize bir ümit ışığı doğdu. Orada oturanlardan en genç olanına bir kahve ismi söylendi, orada yoksa evindedir diye tembihleyip gönderdiler.

Mustafa Usta “İnşallah olur, ben dükkâna gidiyorum abicim sen duruma göre bana haber verirsin” dedi ve gitti. Yaklaşık bir saat sonra altmış yaşlarında, dinç ve mütevazı görünümlü bir kişi içeriye girdi. Başkan ve oturanlar hep birlikte ayağa kalkarak “Ustam hoş geldiniz” dediler, saygıyla ve sırayla elini öptüler. Usûlü bozmadım, ben de öptüm. Gelen kişi oturmadan, kimse yerine oturmadı.

Çay-kahve soruldu çaylar söylendi. Hoşbeşten sonra başkan, “Ustam seni de buraya kadar yorduk ama bu delikanlının bir işi varmış. Zor durumda kalmış. Şoförü kaçmış, kendinin de ehliyeti yok” dedi ve durumu açıkladı. Ben de söze girerek işi kısaca anlattım. Finike’den İstanbul’a anlaşmalı olduğumuz meyve toptancılarına ve pazarcılara narenciye çektiğimizi, Finike’ye bugün varırsak yarın malı yükleyebileceğimizi ve yükledikten sonra hemen dönmemiz gerektiğini söyledim.

Sessizce dinledi. Yüzüme baktı.

“Kaç yaşındasın?”

“On yedi.”

“Senin ehliyetin yoktur ama kamyonu sürebiliyor musun?”

“Sürerim usta ama bu sorumluluğu alamam çok uzun mesafe.”

“Yaşından olgun görünüyorsun ama doğru, tek başına bu işi yapamazsın. Riski var, çevirmesi var, kantarı var. Zor. Altından kalkılmaz perişan olursun karda kışta… Bak delikanlı bana yüklemede boşaltmada yardımcı olursan, zincir taktırıp söktürmezsen, gerçekten muavinlik yaparsan sana yardımcı olurum. İstanbul’a kadar bu işi yaparım. İstanbul’da kızım var onun yanına giderim. Seni yolda bırakmam. Para pul da istemem. Bir tek şartım var: Sözümden çıkmayacaksın, sözümü dinleyeceksin.”

“Söz usta… Ama bu iş emek işi, parasız olmaz. Mutlaka emeğinin karşılığını veririz. Aksini ben de kabul etmem, patronum da” dedim.

(Bu arada İstanbul’a haber vermediğim aklıma geldi. Finike’den Yaşar Atalay’ın yazıhanesinden ararım diye düşündüm. Nasılsa bugün Finike’ye gideceğimizi biliyorlar. Ama tabii iş düşündüğüm gibi olmadı.)

Başkana yardımları için teşekkür ettim, vedalaştık, çıktık. O arada kar kalınlığı on santim olmuş.

Usta dışarıya çıkınca “Bu havanın arkası kötü. Biz bu havada Çeltikçi’yi insek, Korkuteli’ni çıkamayız. Elmalı yaylasına çıksak da Avlan belini aşamayız. Yollarda rezil oluruz. Bu gece burada kalalım, benim misafirim ol. Yarın olsun hayrolsun” dedi.

“Usta gece olmadan yola çıkarsak gidebildiğimiz yere kadar gideriz. Yarın Finike’ye erken saatte varırsak malı yükleriz.”

“Bak aslanım bana biraz önce söz verdin. Sözümden çıkmayacağını kabul ettin. Ne oldu da sözünden dönüyorsun?”

“Kusura bakma usta tamamdır. Sen ne diyorsan o olsun.”

Usta önde ben arkada tamirhaneye doğru yürüyoruz. “Acaba beni mi test ediyor” diye düşünüyorum. Tamirhaneye vardık “Mustafa biz delikanlının işini göreceğiz biz kamyonu almaya geldik” dedi usta.

“Tamam usta araba hazır. Kar yağışı da hızlandı nasıl gideceksiniz yolun durumu belirsiz.”

“Hak var, Rahmet var bakalım…”

Ayaküstü bir çay içtik, kamyonu çalıştırdık, vedalaştık ve yola çıktık. Burdur’un ana caddesinden Dereboyu’na döndük, mahalle arasında bir kenara kamyonu çektik.

“Usta ben otele gideyim yarın saat kaçta gideceksek ben o saatte gelirim.”

“Ben sana ne dedim aslanım, bu gece benim misafirimsin. Otel motel yok. Böyle bir şey mi olur, o nasıl bir söz…”

“Usta üstüm başım yağ, pas içinde. Rahatsızlık vermeyeyim.”

“Bedensel kir yıkanmakla temizlenir aslanım, temizlenmeyen gizlenen gönül ve iç kiridir. Önemli olan gönlün kirlenmemesidir.”

Söyleyecek söz bulamadım. Sessizce arkasından yürüdüm.

İki katlı, kerpiç, eski Burdur evlerinden birinin önünde durduk. Kapıyı anahtarıyla açtı “Hû hatun misafirimiz var” diye seslendi. Alt kattaki odalardan birinden altmış yaşlarında nur yüzlü bir kadın çıktı. Bizi karşıladı ve odaya buyur etti. İçime bir sıcaklık geldi. Sanki uzun yıllardan beri bu insanları tanıyormuşum, sanki kendi evimdeymişim gibi hissettim.

Oda küçük, tavanı tabanı tahta döşeli. Sokağı gören camın önünde tahta bir divan. Üzerinde minderler. Odanın kalanı yer minderleri ve yastıklarla döşenmiş. Bir kenarda odun sobası yanıyor sıcacık, üzerinde güğümde su kaynıyor. Yere oturduk, usta “üstündeki gocuğu çıkar rahat et” dedi. Gocuğu çıkardım ama odanın temizliğinden nereye koyacağımı bilemedim. Valide hanım halimi gördü, elimden aldı, kapının arkasındaki çiviye astı. “Karnınız aç mı” diye sordu usta. “Ben aç değilim ama çocuk açtır bir şeyler ayarla” dedi. Mahçubiyetle “usta ben aç değilim birlikte yeriz” dedim.

“Sen bize bakma biz geç yeriz zaten akşam da oldu” dedi.

Valide hanım sessizce çıktı, biz de usta ile sohbete başladık. Sohbet havasında hikayemi anlattım. O da kendi hayatından, şoförlük mesleğinden, nasıl başladığından bahsetti, hayatının kısa bir özetini anlattı. Burdur’un yerlisi olduğunu, ailesinin aslının Teke Yörükleri’nden olduğunu, hanımıyla kırk yedi yıldır evli olduklarından bahsetti. Bir kızı varmış, bir astsubayla evliymiş, bir de torunu varmış.

Valide hanım sofrayı hazırlamak için bir sofra bezi ve kasnak getirdi, ortaya serdi. Üzerine bir sini yerleştirdi. Çorba ve yemekleri sininin üzerine dizdi. Usta “hanım biz de delikanlıya eşlik edelim, ayıp olur. İki iş olmasın” dedi, hep birlikte yemeğimizi yedik. Hayatımda bu kadar lezzetli bir bulgur çorbası yemedim desem yeridir. Bilmem aç olduğumdan mı özenle ve sevgiyle yapıldığından mı, lezzetini hâlâ unutamam. İçtiğim bulgur çorbalarının tadını hep o çorba ile mukayese ederim.

Yatma vakti gelince valide hanım “Oğlum yerin hazır yatmak istersen odanı göstereyim, üst katta soba da yaktım” dedi. Odaya çıktık, yere bir yatak serilmiş, temiz çarşaflar, kar gibi yastık. Birden üstümden başımdan utandım. Valideye “ben tamirhaneden geliyorum, yatağı kirletirim, eski püskü bir şey serseydiniz” dedim. “Olur mu evladım sen rahatına bak. Kirlensin varsın, yıkarız çıkar” dedi. “Çok teşekkür ederim beni mahcup ettiniz. Allah razı olsun, hizmetiniz kabul olsun” diyebildim.

Sabaha karşı kapının tıklamasıyla uyandım. Usta seslendi: “Nusret evladım uyan hava açmış erkenden yola çıkalım…”

Alelacele toparlandım, giyindim. Camdan baktım kar yağışı durmuş. Hava alacakaranlık. Yatağı topladım, aşağı indim. Usta, giyinmiş bir köşeye oturmuş tespih çekiyor. Valide sobayı yakmış, çayı demlemiş. Sofraya peynir, zeytin, ekmek koymuş. Kahvaltıyı yaptık, çayımızı içtik. Validenin elini öptüm, helalleştim. Kamyonu çalıştırdım, üzerindeki karları temizledim. Kaloriferi yaktım, tekerleklerin önündeki karları temizledim. Bekliyorum. Usta geldi. Kamyonun etrafında dolaştı, “Aferin sende iş var” dedi.

Burdur Antalya yoluna çıktık, yolda kar yok. Karayolları ekipleri yolu temizlemiş ve tuzlamış. Usta kamyonu gayet güzel sürüyor. Çift debriyaj çatlatmadan vites değiştiriyor, ben de merakla gözlemliyorum.

“Usta sen BMC kullanmışsın!”

“Evet kullandım bir dönem, nereden anladın?”

“Usta ben şoförüm diyen onlarca şoför geldi bu arabaya, devamlı çalışan en fazla altı ay çalışıyor. İşin zorluğundan, perişanlığından kaçıyorlar.”

“Sen nasıl kullanıyorsun?”

“Valla Usta, kaçak göçek. Finike’de tarlada bayırda kullanıyorum. Kendimi ve arabayı nasıl kullandığımı ben değerlendiremem sizden önceki şoförler bana güvenip yolda hiç direksiyon vermediler.”

Bu arada Dereiçi’ni, Ağlasun sapağını ve Yakaköy rampasını sorunsuz geçtik, şimdilerde Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi’nin olduğu düzlüğe çıktık. Çeltikçi Beli’nin başına gelince çeşmenin başında usta kamyonu sağa çekti, durdurdu.

“Geç direksiyona” dedi. Kamyon rolantide çalışıyor.

“Yapma usta ben hayatımda devlet karayolunda kamyon kullanmadım. Hele hele böyle tehlikeli inişte cesaret edemem, yol netameli” dedim.

“Korma bak bu bir fırsat, kendine güveniyorsan geç, güvenmiyorsan düzde araba vermem” dedi.

Kendi kendime muhakeme ediyorum, düşünüyorum, iner miyim inemez miyim. Cenab-ı Allah cesaret verdi.

“Tamam usta yardım edeceksen olur” dedim ve direksiyona oturdum.

Bir-iki-üç… Ayak frende, dikkatlice iniyoruz. Fren pedalına okşar gibi basacaksın, aynaları, geriyi kontrol etmeyi unutma, virajı açıktan al, hızlan, vites küçült, yavaşla… Dikkat et, çok sağa geldin, yolu ortala.

Ustanın ikazlarını dikkate alarak, Çeltikçi Beli’ni indik.

İndik ama bir de bana sor. Kendimi sıkıyorum, kasıyorum. Korkudan ve dikkatimi yola verdiğim için ustanın sorularına bile geç cevap verdiğimin farkındayım. Ben yokuşu inince müsait bir yerde tekrar direksiyonu vereyim diye düşünürken, Usta “devam et Korkuteli’ne kadar git” dedi. “Usta şaka yapıyorsun herhalde” dedim.
“Yok yok devam et. İyi gidiyorsun, tahminimden de iyisin” deyince daha bir güven geldi.

Kazasız belasız Korkuteli’ne kadar kamyonu götürdüm.

Evet götürdüm ama nasıl? Sanki kamyonu sırtımda taşıdım. Her zaman durduğumuz kamyoncu kahvesinin önünde durunca heyecandan bütün sinirlerim boşaldı. Titremeye başladım. Ustamın elini öpmek için eline davrandım, vermedi. “Heyecanını anlıyorum. Bu da sürdükçe geçer. Tamamdır bu iş olmuştur. Sen bu işi yaparsın, hem de iyi yaparsın” dedi.

Bu sözü mesleğin ustası, tecrübeli ve babacan bir kişiden duymak, bana büyük bir mutluluk ve huzur verdi. Şoför olmaya o gün ciddi olarak karar verdim.

Burdurlu ustamın adı Ahmet’ti. Soyadını maalesef hatırlayamıyorum, söylememiş de olabilir. Ustam ve evinde beni misafir eden validemiz muhtemelen hakkın rahmetine kavuşmuştur. Allah rahmet eylesin, mekânları cennet olsun, nur içinde yatsınlar. Şoförlüğe başlama maceramın ve Burdur sevgimin kaynağı işte bu güzel ve yardımsever insanlardır.

Benim bu meslekte ilk muavinliğini yaptığım kişi, Somalı meşhur kamyoncu Efe Dayı’nın oğlu, rahmetli Hayrettin Süer’dir. Hakkını inkar edemem. Beraber çalıştığımız sürece bana hiç direksiyon vermedi. Hatta direksiyonu bile tutturmadı, sürekli söylediği “Daha zamanı var” idi… Ben de hırslanır, “Bu zaman ne zaman gelecek, kasten vermiyor, öğrenmemi istemiyor” diye ustama kızardım. Sert adamdı, sevdiğini belli etmezdi. Bensiz de yola çıkmaz, çıkmak istemezdi. Kendisine kızardım ama işimi eksiksiz ve doğru yapardım, kış günü yağmur çamur dinlemez kamyonun kasasını bile yıkardım.

Yükleme, boşaltma, branda çekme, sarma, zincir takma sökme işlerine, elini sürdürmezdim.

Finike-İstanbul arası bir gecede tek başıma yedi kere lastik söküp takmışlığım vardır. Hayrettin Usta’nın üzerimdeki emeğini asla inkâr edemem. Babadan nakliyeciydi mesleğin her şeyini bilirdi. Bir tamirci kadar motor bilgisi, teorik ve teknik bilgiyi bana aktardı. Meslek ahlakını, kurallarını, hatta raconunu öğretti. Yolda birlikte Ford’un difransiyelini, BMC’nin motorunu indirmişliğimiz, İnönü’de ayna mahrutiyi değiştirdiğimiz vardır. Yolda kalana mutlaka durur, yapılacak her türlü yardımı yapardı. Yapılan yardımı “kul bilmez takdir etmez ise Hâlık bilir” derdi. O zamanlar bu sözün manasını kavrayamazdım. Ahlâklı, dürüst insandı. Onu ilk gerçek ustam sayarım. Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun. Rahmetli abimi, ustamı hayırla, minnet ve şükranla aklıma geldikçe yad ediyorum.

Yıllar sonra İzmir’de, NİL-ER Turizm’de genel müdür olarak çalışırken ziyaretime gelmiş, beni çok duygulandırmıştı. “Bu sektörde çok şoför yetiştirdim, kendini mesleğine adayan, mükemmeliyetçi, sürekli kendini geliştiren, öğrenme arayışında olan birini hiç görmedim ve de duymadım” demiş, beni meslektaşlarımın içinde takdir ve taltif etmişti. Allah kendisinden razı olsun.

Nusret ERTÜRK

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Close Bitnami banner
Bitnami