Burdur
Burdur denilince aklıma kamyonculuk yaptığım dönemde bir kış günü başıma gelenler geliyor.
69-70 kış
ayları, Finike’den İstanbul’a narenciye çekiyoruz.
O dönemde
Elmalı, Korkuteli yolu üzeri çalışıyoruz, Sahil yolu,
Kemer-Kumluca yolu yok! Finike’den Cavdıra beş kilometre asfalt
var. Yolun Bucağ’a kadar olan kısmı tamamen stablize zemin, çok
bozuk.
Bilenler
bilir, BMC kamyonla hiç çekilmiyor. Finike-Hasköy’de Onbaşının
lokantasında yemek yiyoruz. Elmalı’da acıkıyoruz. Çavdır,
Gökbük, Arif köyü, Avlan Beli sürekli rampa çıkıyorsun. Bu
yolu işgal döneminde sose olarak İtalyanlar yapmış. Menderes
devrinde elden geçirilmiş, bazı yerler genişletilmiş.
Sarsıtıdan, keskin virajlardan, araç kollamaktan şoför çok
yorulurdu, şoförler için zor bir yoldu. Kamyonun direksiyonu ağır,
virajlarda dönmüyor, vites değiştirmekten takviye tak çıkar
imanımız gevrerdi. O devirde Finike-Bucak arası yaklaşık 190
kilometredir. Kızılkaya’dan sonra, Antalya, Bucak, Burdur D-330
Karayolu’na çıkardık ki dünyalar bizim olurdu.
‘Asfalta
çıktık’ diye İstanbul’a varmış gibi sevinirdik.
Lafı
uzatmayalım, Bucak’tan sonra bilindiği üzere Çeltikçi Beli
var. Bu yol şimdi kullanılmıyor. Yeni yol Çeltikçi kasabasından
sonra doğudan geçiyor.
Eski Çeltikçi Beli, Çeltik’çiden sonra iki-üç keskin virajdan sonra %10 meyillie 4 kilometre devam eder ve dik rampalardan sonra biraz düzelir. Düzelir dediysem, dokuz-on ton yükle kamyonu üçe alamazsın bir takviye iki takviye ancak çıkarsın. Dua ederdik önümüze ağır yüklü kamyon düşmesin diye. Düşerse yandın, bir, bir takviye çıkarsın araç sollamak ne mümkün. O yıllarda bu rampada çok aks kesen, diferansiyel dağıtan, şanzuman indiren, bizim gibi motor yiyen çok oldu. Bilmeyenler için söyleyeyim, bu yol geliş gidiş tek şeritli olarak Antalya’ya kadar 78’den sonra yapıldı.
Finike’den
akşam üzeri çıkmışız. Gecenin yarısı olmuş, Çeltikçi
rampalarını sardık bir iki viraj çıktık, motordan derinden
derine bir vuruntu sesi geliyor. Direksiyonda Adana-Karaisalı
ilçesinden eski emniyet mensubu Mahmut Kurt var. Allah rahmet
eylesin, mekanı cennet olsun. Baba adamdı.
“Abi motordan ses geliyor” dedim.
“Yok bir şey dedi! hararet göstergesi biraz yükselmiş ama rampa çıkıyoruz.”
“Tamam da
abi bu ses normal bir ses değil.”
“Burada duramayız ilk düze
çıkınca dururuz” dedi.
Hakikaten
durulacak yer değil.
Eskiler bilir, ilk üç virajdan sonra sağa
ilk geniş virajdan sonra durabileceğimiz bir yer var.
Hedefimiz oraya kadar gidebilmek ama ses giderek artmaya başladı. Usta “Sen haklısın herhalde yatağın birini döktük” dedi. Bu arada çekiş düştü, hararet yükseldi. Hedefe tangur tungur ulaştık.
Motoru
stop ettik. Kamyonun motorunu gözlemliyoruz; yağ, su kaçağı var
mı diye. Dışarıdan görünen bir şey yok. Gecenin ayazını o
zaman fark ettik. Yolun sağı solu kar. Adamın yüzünü yakan,
ciğerini delen bir kuru soğuk.
Yapılacak
bir şey yok. sabahı bekleyeceğiz.
Arabanın
arkasını işaretledik, teneke kutuda şamdan vardı virajın
çıkışına onu yaktık. Yola taş dizdik. Aklımızca emniyete
aldık. Yukarıdan gelenin sorunu yok da, aşağıdan yüklü geleni
bilgilendirmek amacımız.
Trafik, karayolları hak getire.
Gelen geçen, tanıyan, tanımayan korna çalıp geçiyor!
Durulacak,
hal hatır sorulacak yardım edilecek bir yer değil. Millet kendini
ve emniyetini düşünüyor. Kamyonun içi onbeş dakikada
buzdolabından beter oldu. Arabada ne kadar battaniye varsa sarındık
oturuyoruz Adanalı’yla. Bir saat gecti Adanalı Mahmut “Burada
kalırsak donarız” dedi. “Hadi gidelim Bucağ’a sabah geliriz”
dedi. Ben delikanlıyım ya, “Abi ben arabayı bırakmam bu mal
kamyon bize emanet, ben gitmem” dedim. “Oğlum sen deli misin bu
portakal nasılsa dondu, donmasa da bu gece donacak, çöpe gidecek.
Canımızdan kıymetli mi? Kalırsan ölürsün” dedi.
“Mahmut
abi ben gitmem, ölürsem ölürüm. Sabah gelir ölümü bulusun”
dedim. “İnat etme oğlum ben gidiyorum” dedi, indi. Karşıya
geçti yukarıdan gelen boş bir kamyona bindi, gitti.
Gerçekten bu
Adanalılar soğuga hiç alışkın değiller.
Kaldık
Allah’la başbaşa. Yukarıdan gelen kamyonların fren sesleri,
motor sesleri. Arada bir korna çalan. Uzaklardan gelen kurt ve çakal
sesleri insanın içi ürperiyor. Mahmut abi gidince kalan
battaniyeleri de ayaklarıma sardım. Biraz daha ısındım.
Mücadelem uyumamak için. Bazı sohbetlerde duymuştum, insan
donmaya başlayınca tatlı bir uyku sararmış. ‘Uyudun mu
donarsın’ diye kulağıma küpe olmuş. Sabaha kadar uyumamak için
mücadele ettim.
Eski
şoförler beni abanın içinde sucuk gibi sarılmış görünce
korna çaldılar ve her kornada kendime geldim. Kamyonun camları
mozaik gibi buz tuttu. Biraz silmeye çalıştım, baş edemeyince
vazgeçtim. Sabahın fecri, şafak vakti ve gün doğumunu tüm
evreleriyle, kamyonun içinde sucuk gibi sarılmış vaziyette
izleyerek sabahı ettim.
Mahmut usta
ortalıkta yok. Şimdi ne yapacağım? Burdur’a mı gideyim,
Bucak’a mı, tereddüt içindeydim. Bölge trafik denetim aracı
yanaştı, içinden inen memurlar “Geçmiş olsun ne oldu” diye
sordular.
“Motor arıza yaptı” dedim. “Ne düşünüyorsun
Burdur’a gitmek istersen bizim mesaimiz bitti seni Burdur’a
götürebiliriz” dediler. “İstersen bir araç çevirelim Bucak’a
git” dediler.
Aklıma birden geldi, “Bucak’ta BMC servisi
var mı” diye sordum. “Ford var ama BMC servisi yok” dediler.
“O zaman sizinle Burdur’a geleyim” dedim. Aracın içine
girince üşüdüğümü anladım. Sanki sinirlerim boşaldı,
sürekli titriyorum. Komiser döndü “Oğlum sen çok üşümüşsün
donardın seni Allah korumuş” dedi.
Trafik polisleri beni
Burdur şehir merkezinde bir çorbacının önünde indirdiler,
“Paran var mı” diye sordular var dedim. Lokantacıya “Bu
gençten para alma yolda kalmış çok üşümüş. Bizim
misafirimiz” dediler. Her zaman aklıma geldikçe hayır duası
ederim.
Burdur’daki
BMC servisini İtfaiye’nin ve eski garajın karşısında Mustafa
Kanrıcı isminde bir ustanın yerini sorarak buldum. Tamirhaneye
girdiğimde çıraklar gelmiş, kalfa ve usta yok. Çıraklar yağ
sobasını yakmış, yağlıları giymiş ısınıyorlar. Bu arada
ben çorbayı içtim. Üstüne bir iki de çay içince kendime
gelmiştim. Sabahın ayazı pusu Burdur’un üzerine çökmüş.
Akasya söğüt ve kavak ağaçları çiçek açmış gibi kırağı
tutmuş.
Sobaya yanaştım “Usta neredeyse gelir abi”
dediler.
Biraz vakit geçince iki kalfa birlikte geldi, selam
verip içerideki odaya geçip soyundular, tulumları giydiler. “Buyur
kardeşim geçmiş olsun kamyon nerde kaldı” dediler.
“Çeltikçi
belinde, rampada mı?”
“Evet.”
Arızayı
anlamaya çalışıyorlar, ben direkt “Motordan” dedim.
“Kamyon
yüklü mü?”
“Yüklü.”
“Önce malı aktarmak lazım.
Ondan sonra kamyonu bir traktör veya kamyonla dükkana çekeceğiz.”
“Motor
inecek, sökülmeden ne olduğunu bilemeyiz.”
Çıraklara koş
oğlum falancayı çağır gel dediler. Para yok, telefon yok,
haberleşme yok. Mal sahibine haber nasıl vereceksin? Sabahın
dokuzunda İstanbul’a telefon etsen yarım günde çıkar. İş
yürümez.
Kalfaya
durumu anlattım. Bende bu kadar para yok. Hadi nakliye parasını
İstanbul’dan bir şekilde ödetiriz de buradaki çekme ve tamir
parası ne olacak?
Bu arada Mustafa Usta geldi kalfalar durumu anlattı. “Delikanlı dert etme biz hallederiz, sonra hesaplaşır helalleşiriz” dedi. Eskiden esnaflık böyle idi, yolda kalana yardım etmek esastı.
Bir Ford
kamyon geldi, üzerinde 5 tane işçi amele pazarından tutulmuş.
Biz kalfalarla kamyonun önüne sıkıştık. Çeltikçi’ye
gidiyoruz.
“Abi bizim
Çeltikçi’de tanıdığımız var. Oradan olmazsa Bucak’tan
bulur çektiririz” dediler.
Kamyonun yanına vardık, baktım
Mahmut abi battaniyeleri sırtına atmış arabanın etrafında
dolaşıyor. Beni görünce gözleri parladı. “Oğlum nerdesin
merak ettim. Bu çocuk öldü mü kaldı mı nereye gitti diye
meraklandım” dedi.
“Usta kamyon ve çekici işini
hallettik!”
“Nasıl?”
“Bak
şimdi görürsün” dedim.
Kamyonun
brandasını söktüm, arka kapağını açtık. Arkasını
temizledik aktarma yapacağımız kamyon geldi. Arka arkaya
yanaştırdık. İşçiler kasaları aktarmaya başladı. Bir
taraftan İstanbul’a gidecek şoföre nasıl yükleneceğini tarif
ediyorum.
Bu arada kalfalar aracı çalıştırmadan krank milini
çalıştırma koluyla döndürdüler.
Sonra karteri açtılar.
Yağın içinde dökülmüş alüminyum alaşım yatak parçalarını
buldular.
Beşinci piston kol yatağı sarmış. Ne yapılır?
İki
seçenek var. Krankta büyük hasar yoksa kızıl yatak yapılır
geçici olarak, İstanbul’a kadar gidebilirsiniz ona usta karar
verir. İkinci alternatif rektifiye yapılacak kaç kurtarır
bilemem. “Krankın ölçülmesi diğer ana ve kol yataklarının
kontrol edilmesi lazım” dediler. Bu kontrolü kim yapacak?
Önce
usta, sonra rektefiyeci!
“Burdur’da rektifiyeci varmı?”
“Yok.”
“Bucak’ta?”
“Yok.”
“Antalya’da
var ama biz tavsiye etmiyoruz. Yaptığı işlerden randıman
alamadık.”
“Nereye gideceğiz?”
“İzmir,
Ankara veya Konya.”
Buyur burdan
yak! Bence en iyisi İzmir. Üstün İş, Hüsamettin Usta. Biz ona
gönderiyoruz.
Bucak’taki tamirciler da İzmir’e
gönderiyorlar.
Burdur’da, Antalya’da, Isparta’da;
kamyoncuların mabedi Bucak’ta rektefiyeci yok!
Hayret bir şey.
Karar vermek zor!
Kamyonun
yükünü öğleye kadar aktardık. Sevk irsaliyesini, adresi verdik.
Muhatap olacağı kişinin ismini bildirdik, kamyonu brandasını
çektik ve yolladık.
Çeltikçi’den bir Fiat kamyon bulduk,
çeki demiri ile bizim kamyona bağladık. Çeke çeke, yavaş yavaş
Burdur’a tamirhaneye iniyoruz. Boş kamyonla bir başka boş kamyonu
çekmek çok zordur. Buzlu zeminde bu zorluk iki katına çıkar.
Yokuş çıkarken sorun olmaz ama özellikle inişlerde çekilen araç
çekenin dengesini sürekli bozar, aracı yolda tutmak zorlaşır.
Çok dikkat ister. Yavaş yavaş düşük vites kompresyonda kazasız
belasız tamirhaneye geldik.
Motor söküldü. Pistonlar ve
kollarda bir şey görünmüyor. Beşinci piston kol yatağı tamamen
dağılmış, pul pul dökülmüş. Krank milinin beşinci pistona
bağlanan yatağı lehim olmuş gibi yatak parçaları üzerine
sıvanmış. Usta “Rektifiyeye gitmesi lazım kızıl yatakla falan
bu iş olmaz” dedi.
“Ne yapacağız usta?”
“Otobüsün
bagajında koyacağız. İzmir’e rektefiyeye gideceksin orada krank
ölçülecek binde on kurtarır mı kurtarmaz mı onlar söyler.”
“Akşam sekizde otobüs var hazır ederiz sen bilet bak.”
Önce
İstanbul’a telefon etmem lazım. Mal sahibi parayla İzmir’e gelsin.
Parça gerekecek, işçilik parası vs bende para yok. Postaneye
gittim “İstanbul’a telefon edeceğim acele ne kadar sürede çıkar”
dedim. “Normal üç saat, acele bir-iki saat, yıldırım yarım
saatte çıkar” dedi. Baktim yok “Yıldırım olsun” dedim
numarayı verdim. Oturdum bekliyorum, on-onbeş dakika sonra çıktı.
Patrona durumu anlattım, malı gönderdiğimi gece yarısı
İstanbul’da olabileceğini hazırlıklı olmalarını, benim
motoru İzmir’e götürdüğümü” söyledim. “İzmir’de
Basmane’de Üstün İş’te buluşalım” dedim.
Otobüs
biletini aldım.
Akşam otobüsün bagajına yarım motoru koyduk,
ver elini İzmir.
Sabah İzmir’e vardık. Basmane garajından
rektifiyeci yakın. Bir el arabacısı buldum motoru zor bela
yükledik. Doğru Hüsamettin Usta’ya. Usta baba dostu, dükkan
komşumuzdu. Selam sabah durumu anlattım. Hemen motoru dağıttılar,
ölçtüler biçtiler.
“Binde on kurtarıyor. Yalnız piston gömlek kol ana ve yol yatakları, biyel kolları değişecek.”
“Blokta sorun yok.
“Maliyet?”
“Valla parçaları siz alırsınız, biz sadece işçilik ücreti alırız. Kapak zaten ustada. Subapları o ayarlar.”
“Süre?”
“Bugün
parçalar gelirse yarın en geç akşama teslim ederim.”
“Tamam
usta adını koyalım.”
“Bin lira alırım.”
“Usta çok be zaten battık yolda kaldık zarardayız. Yardımcı ol!”
“Oğlum araba senin mi?”
“Yok abi patron İstanbul’dan birazdan gelecek.”
“Onunla hesaplaşırız sen bu işe girme.”
Patron geldi
ayaküstü durumu anlattım, ustayla görüştüler. Elimize bir
liste parçacıya gittik,
parçaları aldık ustaya teslim ettik.
“Yarın öğleden sonra gelin” dedi.
Ertesi gün motoru teslim
aldık. Akşam gene otobüs. Sabaha karşı buz gibi bir havada
Burdur’da indik.
Sabahçı kahvesinde sabahı ettik. Motoru
garajdan tamirhaneye getirdik. Usta bu arada silindir kapağını
hazırlamış. Motor tekrar dağıtıldı, yıkandı, silindi ve
toplandı. Başında sürekli gözlemliyorum. Motoru kamyona taktık.
Yağı, suyu, akü şarja bağlandı ve motoru çalıştırdık.
Mustafa
Usta “Sabaha kadar çalışsın” dedi.
Sabaha
İstanbul’dan şoför gelecek.
“Çalışsın sorun yok ben başında sabaha kadar beklerim.”
“Yağ
sobası yanıyor, başına otur soğukta dışarıya çıkma. Kulağın
motorda olsun, teklerse, anormal bir ses gelirse stop et.”
“Tamam
usta!”
Devamı
haftaya…
Nusret ERTÜRK