HOŞ SADA

Turizm taşımacılığı sektörünün bir emektarının ve gerçek bir dostun ardından yazmak insana zor ve ağır geliyor. İnsanın içinde bir burukluk oluyor, Mustafa POLAT ın Hakk'a yürüyüşünün ardından ağlasam mı gülsem mi bilemedim.

Bâki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş…
Çok şükür ki, bize ve seni tanıyanlara hoş bir sada bıraktın.
Bundan eminim…

Ama ölüme çare yok, Hayat kadar ölüm de gerçektir. Hangi yöne yönelirsek yönelelim sonucunda ölüm meleğinin karşımıza çıkması mukadderdir…
Ölümü ne geciktirebilir ne de erkene alabiliriz.

Hz. Mevlana’nın da buyurduğu gibi “insan ömrünün değerini belirleyen doğum değil ölümdür.” İnsan ölünce gerçek değerini ve kıymetini anlıyoruz. Yine Hazret, “merdiveni tamamlamadan dama çıkamazsın” der. Yani insanın kemali ve zevali ancak ölünce anlaşılıyor.

Yakalandığı kalp, yüksek tansiyon, lösemi gibi bir amansız hastalığın pençesinden kurtulamayarak 78 yaşında hayata veda etti Mustafa Polat. Her ölüm erkendir denir. Ancak iman ve inanç sahiplerine göre mukadderata ters bir düşüncedir.

Mustafa Polat’ın ölümü yalnız ve dramatik oldu. İçimi acıtan tarafı budur. Eşini kanser illetinden on ay önce kaybetmişti. Önceleri sarsıldı kabullenemedi zaman geçtikçe alışır gibi olsa eşinden bahsedilse hüzünlenirdi. Ancak emir büyük yerden yapacak bir şey yok. Mustafa POLAT sürekli güler yüzlü biriydi. Sempatikti, iş disiplini ve çalışkanlığıyla dikkat çeken bir kişilikti. Onu diğer meslektaşlarından farklı kılan üstün vasıfları vardı. Her şeyden önce dürüsttü, yalanı riyası, ikiyüzlülüğü yoktu. Kimseden çekinmez sözünü açıkça söylerdi. İnsan ilişkilerinde mükemmeldi, eleştirilerini incitmeden yapardı, latifeleri ince ve seviyeliydi. Onu sevmeyen insan görmedim.

Polat feleğin çemberinden geçmiş her yolu görmüş hatta tekmili meratip etmiş ondan sonra bize Duru Turizm’e şoför olarak gelmişti.

Yaşça ondan küçük olmama rağmen ben onun ustasıydım. Çünkü turizm taşımacılığını benden öğrenmişti bu bilgi karşılığında usta hitabıyla beni onurlandırmıştı. Kitabında "yok olmaz" yazmazdı; gece, gündüz ne zaman arasanız hiçbir mazeret göstermeden işe gidebilirdi. Yolda kalmazdı, mazeret üretmezdi, çözüm üretirdi. Neden, niçin sormazdı, varsa da yoksa da "usta." "Usta ne derse o olur." "Mustafa abi Fizan’a gideceksin" deseniz "tamam usta sen yolu tarif et" derdi. Bilirdi ki usta bu işi en ince detayına kadar planlamış ve Polat’ı aramış. Biz müşterek çalışma hayatımızda yaklaşık 20 yıl böyle çalıştık. Duru Turizm'de Mustafa POLAT ve İbrahim ŞENER benim şansımdı, Mustafa POLAT, İbrahim ŞENER, Erol LATİFOĞLU, Doğan AYDENİZ, Mehmet KARABAÇAK gibi usta isimlerle çalıştım. Bu günlere gelmemde ekip çalışmasının, bilgi ve tecrübe paylaşımının önemi büyüktür; bu ekip çalışması başarıyı getirmiştir. Bu emektarların üzerimde büyük emekleri ve destekleri vardır.

Rahmetli Mustafa Polat’ın da üzerimdeki emeğini ve hakkını inkâr edemem.

Şöyle düşünün: En iyi ve kötü zamanınızda ilk arayacağınız kişi kim olabilir? Onun ilk arayacağı kişi bendim. Benim de oydu.

Dostluk bu olsa gerek!

Allah Rahmet Eylesin, Toprağın bol olsun.

Yunus Emre'nin de dediği gibi "Ölen hayvan olur, İnsanlar ölmez! / İnsan ölmez, dünyasını değiştirir / Ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil."

Sevgi ve dostlukla ilgili bir hikayeyle bitirelim gelin:

Genç bir adam kendi kalbinin yörenin en güzel kalbi olduğunu ilan etmiş. Onu gören herkes de en küçük bir leke ya da çatlak olmayan bu kalbe imrenerek bakıp ne kadar güzel olduğunu konuşurmuş. Genç adam, çevresindekilerin de kalbini beğenmesinden büyük gurur duyarmış. Bir gün bu yöreye yaşlı bir adam gelmiş. Kalbiyle övünen genç adamı bulup, "yörenin en güzel kalbinin senin kalbin olduğunu söylüyorsun ama yanılıyorsun delikanlı. Çünkü senin kalbin benimki kadar güzel değil" demiş. Genç adam ve çevresindekiler şaşkın bir şekilde yaşlı adamın kalbine bakmışlar. Kalbi çok güçlü atıyormuş ama izler ve yarıklarla doluymuş. Kimi parçaları yokmuş, kimi parçaların yerine küçük, küçük başka parçalar konmuş, kocaman oyuklar oluşmuş.

Genç adam; "Şaka yapıyor olmalısın, kendi kalbini nasıl olurda benimkiyle karşılaştırabilirsin. Bak benimki mükemmel, senin ki ise yarık ve eksiklerle dolu” demiş.

Yaşlı adam kendisinden emin biçimde "Evet” demiş, "Seninki mükemmel görünüyor. Görüntü olarak ben seninkiyle yarışamam. Ama bak, benim kalbimde gördüğün yarıklar var ya, işte onların her biri sevgimi verdiğim bir kişiyi temsil eder. Kalbimin bir parçasını koparıp onlara verdim ve çoğu kez onlar da bana kendi kalplerinden birer parça koparıp verdiler. Ama tam benim parçanın büyüklüğünde olmadığı için arada boşluklar kaldı. Ancak ben bu boşluklara üzülmedim, hatta şükrettim. Çünkü onlar bana paylaşılan sevgileri anımsatıyor. Bazen ben insanlara sevgimi cömertçe vermeme karşın onlar bana karşılığını vermediler. Bu derin boşlukların nedeni işte bu karşılık alamadığım sevgilerdir. Bunlar acı veriyor ama olsun, onlar da benim sevgime karşılık vermeyen insanları bana anımsatıyorlar. Ben yine de benim sevgime karşılık verip bu boşlukları dolduracakları günü heyecanla bekliyorum. İşte kalbim de bu yüzden hızla çarpıyor. Şimdi söyle bakalım genç adam; Gerçek güzelliğin ne olduğunu anladın mı? Hangimizin kalbi daha güzel?"

Genç adam yanağından akan yaşlarla sessizce dinlemiş yaşlı adamı. Yanına yaklaşmış, kalbinden bir parça koparıp yaşlı adamın titreyen ellerine vermiş. Yaşlı adam alıp onu kalbine yerleştirmiş ve kendi yara dolu kalbinden bir parça koparıp adamın kalbindeki boşluğa yerleştirmiş. Boşluk dolmuş ama köşelerde biraz boşluklar kalmış. Genç adam kalbine bakmış. Boşluklarla artık mükemmel değilmiş ama öncekinden çok daha güzel ve anlamlı olduğunu hissetmiş çünkü artık kalbinin içinde "sevgi ve dostluk" varmış…

İçini sevgi ile doldurunca her şey daha farklı, daha anlamlı olmuyor mu? Sevgi bizleri daha farklı bir boyuta taşımıyor mu?

Bedenimiz tüm gün koşturuyor, zihnimiz olan olayları sürekli irdeliyor, kararlar veriyor. Duygularımız zihnimize kah bir meltem esintisi, kah fırtınalarla eşlik ediyor. Ruhumuz ise işte bu hayat koşturmasında bir yaprak misali oradan oraya sürükleniyor. Gün gelip de geriye baktığımızda ise ne geçilen yollar, ne esen rüzgar, ne de çıkılan mevkiiler çok da önem arz etmiyor! Geriye sadece içi "Sevgi" dolu An'lar, dostlar kalıyor.

Ne dersiniz, hayatın çılgın koşturması ve maskelerine rağmen az da olsa yüreklerde Mustafa Polat gibi "hoş bir sada" bırakabilecek miyiz?

Nusret ERTÜRK

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Close Bitnami banner
Bitnami